YILMAZ GÜNEY'İN YAYINLANMIŞ TÜM KİTAPLARI
Aç Kurtlar
|
Acı Yılmaz Güney Güney Yayıncılık / Yılmaz Güney Dizisi Köyün dışında, patlamaya durmuş başakların yanı sıra yürürken, kim bilir neleri düşünüyordu Çiçek Ali! On beş yıldır ayrıydı, köyünden, ocağından, tarlalardan, güneşten ve ekinlerden. Altmış mevsim değişmişti yokluğunda ve beş bin dört yüz kez aydınlanıp, yine bir o kadar kararmıştı gökyüzü. Dört duvar içinde dönenip beklemişti geçmesini tastamam on beş yılın... (Kitabın İçinden) |
Ağıt Yılmaz Güney Güney Yayıncılık / Yılmaz Güney Dizisi Yılmaz Güney'in ünlü üçlüsü Ağıt, Acı ve Umutsuzlar, 1971 yılında yapılan Adana Altın Koza Film Festivali'nin bütün ödüllerini toplamış; "Ağıt", bu festivalde, en başarılı film, en başarılı yönetmen, en başarılı kameraman, en başarılı aktör ödüllerini almıştı. Böylece Yılmaz Güney'in, "Çirkin Kral" döneminden sonra, "Umut"la başlayan ikinci dönemi, en verimli yılına ulaşıyordu."Ağıt", Türkiye gerçekliğinin bir parçası olan kaçakçıların dünyasını aydınlatıyor, onların az bilinen yanlarına eğiliyordu. Yılmaz Güney, köylülerin mükafat almak için ihbar etmek yarışına girdikleri, devlete karşı koyan, efsaneleşmiş bir kaçakçının, Çobanoğlu'nun yoksulluğunu, şiirsel bir anlatımla duyuruyordu. Yoksulluk dünyasının ürettiği gerçeklerin, efsaneleşmenin ardını deşiyordu. Başka bir deyişle "efsanenin" yoksulluğunu anlatıyordu."Ağıt"ın Türkiye'deki etkinliği |
|
yabancı ülkelerde de
sürdü. 1972'de Avrupa'nın en titiz festivallerinden biri olan Venedik Film
Festivali'ne kabul edilen tek Türk filmi oldu. Büyük ilgiyle karşılandı.
Ayrıca 1975 yılında da Tahran Festivali'ne özel olarak çağrıldı. Böylece
Doğu'ya özgü bir şiirsel gerçekçilik, "Ağıt" aracılığıyla Türkiye dışına
çıktı. "Ağıt"ın bir özelliği de, Yılmaz Güney'in kendine özgü sinema diline yaklaştığı ilk film oluşudur. Bu yanıyla gerçekçi Türkiye sinemasının önemli ürünlerinden biridir. |
Arkadaş "Arkadaş" 1974-75 sinema mevsiminde göreceğimiz yerli
filmlerin en iyilerinden biri, belki de en iyisi... Yılmaz Güney, bu
yapıtında, çağdaş Türk insanının duygu dünyasını olağandışı inceliklerle
dile getiriyor. |
|
gerçekdışına taşmış
biçimine yaslanmış, bel bağlamış olduğunu hatırlarsak, yönetmeni ve getirmek
istediği gerçeklik duygusunu kavrayabiliriz.) "Arkadaş" filminde hemen hemen
hiç olay yoktur. Tersine, anılardan, duyarlıklardan, insan ilişkilerinin
kendisel açılarından oluşur "Arkadaş"... -Selim İleri- (6/10/1974 Tarihli, Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Arkadaş Filminde Gerçeklik Duygusu" adlı yazıdan) |
Baba Yılmaz Güney'in "Baba" filmi 1971 yılının karanlık günlerinde gerçekleşti. Baba, Türk sineması için olduğu kadar Güney'in filmografisinde de önemli yer tutan bir filmdir. Bir yıl kadar seyirci karşısında yer alan bu filmin Adana 4. Altın Koza Film Festivali'nde karşılaştığı çirkin baskılar, yalnız Baba filmine değil, Türkiye'nin kültür yaşamına ve Yılmaz Güney'in kişiliğine yönelmiş saldırı niteliği taşıyordu.Detaylarını bu kitabın 3. bölümünde bulacağınız "Baba Olayı" ülkemiz kültür tarihine bir utanç belgesi olarak geçecektir.Ancak, inançlarını en küçük faşist baskıyla değiştirenler, sıkıyı görünce kurtuluşu döneklikte bulanlar tarihin çöplüğünü boyladıkları halde, eserleriyle emekçi halkın bilinçlenmesine güç veren bütün kültür emekçileri geçmişte |
|
olduğu gibi gelecekte de onurlu yerlerini almaya devam
edeceklerdir.Yılmaz Güney'in Baba filminin senaryosu Bekir Yıldız'ın "Üç
Yoldaş" adlı öyküsünden esinlenilerek yazılmıştı. Yıldız'ın "Üç Yoldaş"ında
yer alan birinci Yoldaş'ın Almanya serüveni, Baba'nın ilk bölümünde
yansıtılmıştı. Böylece okur, filmle ya da filmin ana senaryosu ile esinlenilen öyküyü rahatlıkla karşılaştırma olanağını bulabilecektir |
Duvar
Yılmaz Güney
Güney Yayıncılık / Yılmaz Güney Dizisi
Bu kitap, Yılmaz Güney'in 9 yıl aradan sonra kamera arkasına geçebildiği ilk film olan Duvar'ın senaryosuyla birlikte dış basında aldığı tepkilerin bir bölümünü kapsıyor, çünkü Duvar, Türkiye'deki izleyicisinin hiç de alışık olmadığı ölçüde (özellikle Fransız basınında) sayısız tepkiyle karşılanmış bir film...
Duvar, Yılmaz Güney'in 9 yıl aradan sonra kamera arkasına geçebildiği ilk film olmanın yanı sıra başka birçok "ilk"leri de barındıran bir film ve bu nedenle Türkiye sinemasında ayrıcalıklı bir konuma sahip:
Duvar, bir Türkiyeli yönetmen tarafından sürgünde gerçekleştirilen ilk film.
Duvar, iki oyuncusu (Tuncel Kurtiz ve Ayşe Emel Mesçi) dışında tümüyle amatör oyuncuların rol aldığı ilk film.
Duvar, tümüyle yabancı sermayeyle ve ilk kez yabancı bir ülkenin Kültür Bakanlığı desteğiyle çekilen bir film.
Duvar, Senaryosu (Yılmaz Güney tarafından) yedi kez baştan sona yazılmış bir film.
Duvar, (Türkiye sinemasında bir benzerinin daha bulunmadığı) oyuncu seçimi ve set ekibi, mekan tasarımı ve prodüksiyon aşamaları çekim öncesinde inceden inceye tasarlanmış bir film.
Toplam 14 klasör tutan "Duvar dokümanları"nın taranması sonucunda oluşturulan kitaba Duvar'ın tüm hikayesini yansıtabilmek elbette imkansızdı... Başta yedi kez yenibaştan yazılan Duvar senaryosu olmak üzere detaylarıyla çizilmiş sahne planlarından, tek tek oyuncu fotoğraflarından, mekan tasarımı eskizlerinden ve özellikle basında yer alan sayısız tepkiden ancak bu kadarını yansıtabiliyoruz ve ama inanıyoruz ki "bu kadarı" bile okurlara ve sinema sanatına gönül vermiş insanlara Duvar'ın ayrıcalıklı serüvenini aktarma konusunda yeterli fikri verebilecektir.
Dış basında tepkileri seçerken, olumlu tepkilerin ağırlıklı olmasının belli spekülasyonlara yol açabileceğini düşünerek, olumsuz tepkilerin, Yılmaz Güney'in evrensel boyuttaki sinemacılığını daha sağlam temellere oturtacağı yönünde.
Evet, Duvar, Yımaz Güney'in 9 yıl aradan sonra kamera arkasına geçebildiği ilk filmi ama ne yazık ki aynı zamanda son filmi oldu... Türkiye ve dünya sineması, O'nun aramızdan çok genç yaşta ayrılmış olmasının üzüntüsünü yaşadığı kadar, kafası ve yüreğindeki sayısız projenin gerçekleşmeden kalmış olmasının eksikliğini de yaşıyor... Ama O'ndan bize kalan Duvar var; Yol, Sürü, Umut var... sayısız film, roman, hikaye ve adı gibi "yılmayan", namuslu bir aydının onurlu mücadelesi var.
"Düne kadar süren sanat hayatım boyunca Türk sineması'nı çağdaş seviyeye ulaştırmak ve bu etkili sanatı inançlarım doğrultusunda gerçekleştirmek için çaba harcadım. "Umut" filmi Adana Film Festivali'nde ödül kazandı. Uluslararası değeri olan bir filmi yine uluslararası bir festivalde başarı elde etme gayesiyle yurtdışına gönderdim. "Umut" filminin yurtdışına festivale gönderilmesi için yaptığımız müraacatlar cevapsız bırakılınca biz de bu filmi yurtdışına kaçırttık. Bu bir suçsa bu suçtan ötürü verilecek ceza da bana şeref verecektir."
Yılmaz GÜNEY
15 Haziran 1972
tarihli basından
Endişe |
|
unsurların konulu bir filmin içine yerleştirilmiş olmasıdır. Endişe'nin çalışma yöntemi de Türkiye sinemasında pek rastlanmayan bir
biçimde oluşmuştur. Senaryonun yazılmasından önce, tarım işçileri ile ilgili
bir araştırma yapılmış ve senaryo için gerekli malzeme ortaya çıkmıştır.
Böylece tarım işçilerinin yaşadığı gerçeklerden uzaklaşılmadan, onların
dünyası, sorunları verilmek istenmiştir. |
Herkes O'ndan Söz Ediyor 1994 yılının Kasım ayında Fatoş hanımın önerisiyle Yılmaz
Güney üzerine bir belgeselin çekimlerine başladım. Belgesel, tanıklıklardan
oluşacaktı. Yüz kişilik bir liste yapmıştım. Bu kişilerden bir bölümü
konuşmaktan kaçındı, bir bölümüne ise ulaşamadım. Bir yıl süren çalışmanın
sonucunda elliyi aşkın röportaj gerçekleşmişti. çekilen kasetler yaklaşık
yirmi saati bulmuştu. |
|
sinmiyordu. Bunları bir kitapta toplamayı düşünüyordum. Fatoş
hanım önerimi hemen onayladı. |
Hücrem Bu küçük yazı, Salpa hikayesinden önce yayınlanmak, okura
cezaevi döneminde geçirdiğim değişim hakkında bir fikir vermek amacıyla
yazılmıştı. Fakat "Hürriyet"te, "Selimiye" anılarını içeren bir yazı
izlenimi uyandıracak biçimde duyuruldu kamuoyuna. |
|||||
kavranması çabasını içerir; ve bu, kavrama sürecindeki
çeşitli birikimlerin, sınıf mücadelesi anlayışımdaki değişikliklerin
sanatsal planda yansıması biçiminde anlaşılmalıdır...
|
Oğluma Hikayeler "Oğluma Hikayeler" yazmayı, daha 1972'lerde, Selimiye'de
düşündüm.Devrimci bir öze sahip olan bir sanatçı, oğluna devrimci bir miras
bırakmalıydı... Oğluma, oğlum vesilesiyle bütün dünya çocuklarına en içten
armağanımdır bu hikayeler. Onların olumlu gelişmelerinin dokusunda kıl kadar
pay sahibi olmak bizim için onur vericidir. |
Ölüm Beni Çağırıyor Yılmaz'ın öykülerini dün bir kez daha okudum ve gece gözüme uyku girmedi. Yılmaz'ın gençlik öyküleri yayınlandığı yıllarda dönemin "eleştiri"sinin dikkatini çekmedi. Çünkü eleştiri her zaman kimi yazarları "in", kimilerini de "out" sayma önyargısıyla hareket eder. Ama dönem gelir, bir zamanlar dikkate almadığı bir yazarı taçlandırmak cesaretini gösterir. Tıpkı Yılmaz'ın Boynu Bükük Öldüler'le Orhan Kemal Roman Ödülü'nü alması gibi. Gençlik öykülerinin yazınsal özellikleri, öncü nitelikleri henüz değerlendirilmemiştir, ama bir gün o da olur. Ama bir dönemin siyasal saplantıları yüzünden yatılan hapis ve yaşanan sürgün artık geri dönüşsüz bir "olgu"dur. İşte bu nedenle Yılmaz'ın |
|
hayatının yakın tanığı olduğum bu dönemi düşündüğüm için dün
gece gözüme uyku girmedi. |
Salpa Bir yanda, dünyaya gözünü açtığı andan bu yana algıladığı, öğrendiği, öğrettikleri, edindiği kişisel, toplumsal alışkanlıklar pislikler, inançlar... tavır davranış, konuşma biçimi, düşünce biçim haline gelmiş yönetici ölçüler, üzülmeden sinmeye... ürkekliğe... ürkeklikten ataklığa dek, bin bir kılığa giren korkuları, saygı, sevgi, iyilik, kötülük, mertlik, dürüstlük, gelenek, görenek, töre, gizli açık bir yığın güç... kurum... kişiliğinin dokusunu oluşturan bir yığın renk, olay, ses... Öte yanda, taa çocukluğundan bu yana, bu ana biriken toplumsallığın zorunlu ürüne tepki... Bilinç içinde oluşan karşı bilinci... gelişen, artık karşı konulamayan, kendi sınırlarını zorlayan, sınırlarıyla uzlaşamayan insanca yaşama mayası... Karşı bilinç ve onun payına düşen bilinç altı, sağlıklı bedensel tepki... |
|
Salpa, sağduyusuyla da, gelişen bu zorunlu güçlerin yanında
yerini alıyordu. |
Sanık Sanık, Yılmaz Güney'in "Selimiye Üçlüsü"nü oluşturan
kitaplarından biri. 12 Mart döneminde opera binası ve tersane yangını
olayları nedeniyle "sabotaj davası" sanığı olarak tutuklanan Yaşar Yılmaz'ın
öyküsü. Bireyin yaşadığı durumlardan yola çıkarak yansıtmaya çalışıyor...
Sanık, insanın dayanma, direnme gücünü, değişebilme gücünü, değişebilme
durumunu, ayrıca yazarın bilinçlenme sürecini yansıtması açısından, Yılmaz
Güney'in en başarılı romanlarından biridir. |
|
Selimiye Mektupları Bu yazı, acılarımızın önsözü olsun... |
Seyyit Han "Seyyit Han" yönetmen olarak bütün sorumluluğunu yüklendiğim ilk çalışmam, unutulmaz anılarımı içeren ilk göz ağrımdır. Sanat hayatımın bir döneminin sonu, yeni bir döneminin ilk adımıdır. Bu yüzden özel bir önem taşır. "Seyyit Han", 1968 başlarında, daha önceki birikimlerin de etkisiyle, "Yeşilçam" kurallarına, özellikle de "Çirkin Kral Yılmaz Güney"e karşı başkaldırının adıdır. Fakat, görevini başarıyla gerçekleştirdiğini söyleyemeyiz. İşletmelerin, "Çirkin Kral" şartlanmalarının, "Yeşilçam" baskılarının altında, o günün kaçınılmaz gibi görünen kaçınılmaz uzlaşmaları içine girmemiz, filmin değerinden büyük şeyler götürmüştür. O zaman da bunun bilincindeydim. Fakat durum tahlillerindeki yanılgımız, bizi eksik ve |
|||||||||
sakat etkilerle dolu bir film yapmaya götürdü.
|
Umutsuzlar Bu yorgun mavi deniz, martılar ve vapur düdükleri hep o
sessiz ve sıcak bakışlı adamı hatırlatmaz mı Çiğdem'e? Güldüğünü hiç
görmediği, yüzünde binlerce kederin yaşayan izlerini taşıyan o adamı. Günlük
gazetelere bakarken, içini ürperten gizli bir telaşla çevirirken sayfaları
niye kokardı Çiğdem ve neden her sabah, her akşam aynı sıkıntıları, aynı
heyecanları taşımaktan yorulmuş yüreği bir serçe yüreği gibi çarpardı.
|